Geçmediğini biliyordum.
Beni her adımda avladığını ve bir kapana kıstırdığını.
Sırlar yarattım.
Sırlar ve mağaralar. Mağaralar yarattım çünkü karanlığın doğduğu yerde saklardın karanlık sırları.
Tepesindeki kesitten birer birer damlayan ve zemini ıslatan damlalar topluluğu gibi biriktirdim onları.
Güçlü bir kapı inşa ettim.
Kimsenin açamayacağı bir kapı, kilidi bende olan bir kapı, açılmayacak oluşuna güvendiğim bir kapı.
Fakat bilirsin, şüphe şeytan gibidir. Bir kez kanına sızdığında ve zihninin derinliklerinde dolaştığında en güvenilirini dahi sorgularsın.
Kapının sağlamlığına olan güvenim kırıldığında şeytanın damarlarımda dolaştığını fark etmiştim.
Ve sonra zincirler vurdum kapının önüne.
Karanlık bir mağarada sakladığım karanlık sırların kapısına vurduğum karanlık, paslı zincirler.
Köhne bir zihin, paslı zincirlerin anımsattığı gibi...
Korktum.
Tek bir şeyden değil, her şeyden korktum.
Öyle çok korktum ki sakladığım sırlara kendim dahi dönüp bakmadım.
Göz göze gelmekten korktum, yüzleşmekten korktum.
Beni yine teslim almalarından korktum.
Kendimden korktum.
Hatırladıklarımdan ve en çok da hatırlayamadıklarımdan.
Eğer saklarsam ve eğer gömersem karanlığa göremezdim artık.
Karanlıkla bütünleşirlerdi, avlayamazlardı beni.
Toprağın ölünün üzerini örttüğü gibi örttüm onları.
Örtmek, silmek zannediyordum; örtmek saklamakmış sadece.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder